18 Nisan 2024 Perşembe

Maviye İz Süren... Ler

Sekiz uzun yazı yazdırıyor şehir bana.* Hayatımızın enn keyifli yolculuğu desem abartmış olmam. Uçuş güzergâhımız muhteşem bir Türkiye coğrafyası. Neredeyse ülkenin bir ucundan öbür ucuna gidiyoruz;

ve meraktan, ve sevinçten uçuyoruz.

Şehire yüksek dağların arasından giriyoruz ki şehir an itibariyle altımızda, ve olağanüstü bir manzara. Uçağın penceresine yapışmış durumdayız. Enfes bir iniş, servis ve şehir merkezindeyiz.

Ve anında kankayız şehirle.

Üstelik onun da bizi sevdiğinden eminiz.

Yıl elimizden tutacak kadar yakın, 2017. Pandemiyi aradan çıkarsak sanki dün. Ama biz için bugün. O kadar işliyor ki ruhumuza şehir, 8 uzun yazı bile yetmiyor. Sonra gözümüzden yaşlar döken yıkım. Kaldığımız kadim binası ile muhteşem otel Liwan.

Enn Sevdiğim Kadın mesaj atıyor.

Bir fotoğraf.

Bizim oda.

Tüm odalar yıkılmışken bizimki ayakta.

Hayatımızın en keyifli biralarını içtiğimiz balkon...

ayakta.

Perdelerimizi enfes bir rüzgâr uçuşturuyor.

Sanki balkon kapısını açık unutmuşuz.

Boş bira şişeleri balkon korkuluğunun üzerinde.

Gözümüzden yaşlar akıyor.

Kurduğumuz dostluklar, merak. Abilerin sağ olduğu haberi enn sevdiğim kadından. Ama acıları dindirmeye yetmeyen ufacık bir teselli bu.

Hatay yok.

Yoksa var mı?

Kalbimizde ve zihnimizde,

öylesine derin üstelik.


Hatay üzerinden gelen kitabım sırt çantamda. Ona yaşadığım coğrafyayı ve kendi mekânlarımı tanıtmak istiyorum.

Evden çıkıyoruz ve ilk molayı babamın ağaçlarının altındaki bankta veriyoruz. Manzara deniz, uçuşan martılar akıp giden satırlar. Küçük dev hikâyeler şaşırtıyor beni. Üslup ballı börek. Şaşkınım çünkü iki üç sayfalık öyküler bir roman okumuşum tadı veriyor.

Öylesine derinler...

Kudretli bir kalemden çıktıkları ise kesin. Ama bir öykü var ki fren yaptırıyor bana ve önünde kalıp düşünüyorum:

Sanayi İnsanları.

Hani diyesim ve dilimin ucundaki cümle şu:

Sizin ailenizden biri ya da siz sanayide çalışmış bir usta mıydınız?

Neredeyse sektöre doğmuş bir çocuk olarak ben ve elbette sonradan yedek parçacılığa geçen babamdan bilirim sanayi dünyasını ve ustalığını ve hikâyelerini.

Ama an itibariyle şaşkınım.

Sormak isterim yazara,

sizin bu yazıya hakimiyetiniz nereden;

sadece bir gözlem mi?

Öylesine insanın içine işliyor satırlar.


Kalkıyoruz babamın ağaçlarının altından, laflayarak uzaklaşıyoruz benim banktan. Üç buçuk sayfalık Karmaşık Çin Kutusu'nun etkisindeyim hâlâ, başlığın hemen altındaki italik cümlenin vurgusunu düşünüyorum:

Durduğun yer hep aynı olmasın.


Kitapla sohbet gittikçe derinleşiyor. Diyorum ki ona gel kendimizi şımartalım. BİM'den içeri giriyoruz. Sahil bandında, üstelik yeni dekorasyonuyla açılmış bir BİM! Vallahi yakışıyor. Bir soğuk kahve, şımartan gofretler, çikolatalar falan alıp Allahtan o arada kapılmayan bankımıza çörekleniyoruz yeniden. O sırada Güneş Kokusu adlı öyküden derin bir cümle fısıldıyor. Yine kısa bir giriş metni ve italik harflerle:

                 Bir yerinden kopup gidecek işte hayat.
                                            Hiç ummadığın anda,
her şey akıp giderken her şey kendi seyrindeyken...
                          Dün vardın bugün yoksun olacak...


Artık iyice kankayız kitapla, sevdik birbirimizi, aynı toprağın insanı gibiyiz ki o nispeten şaşkın. Ama şehrini bu kadar sevdiğimiz, içselleştirdiğimiz için de mutlu. Yalan yok, ben de onu çok sevdim. Okuduğum en güzel, en lezzetli öykü kitaplarından birisin demek istiyorum ama bir yandan da frene basıyorum. Çünkü daha kalpten ve daha derin cümlelerle ifade etmek istiyorum bunu. Ancak ondaki duygu akışını ve gerçeklik duygusunu, samimiyeti aşamam ve fakir cümlelerimle başbaşa kalırım diye düşünüyorum. Ve sanırım yazarın iki üç sayfada yazdıklarından aldığım; okuduğum roman mıydı tadını, sayfalarca yazsam meramımı anlatamam sanıyorum.


Sohbet sıcak ve koyu, zaman akıp gitmiş, hadi gel bu kez ters yöne gidip, babamın ağaçlarının önünden geçip, iskelede bir tur atıp yine sevdiğim kitap okuma noktalarımdan Palmiye Kafe'de sıcak kahve içelim, diyorum.

Denize bakan açık bölümde oturmayı tercih etmiyoruz. İç kısım daha sakin.

Zaman Yenilenirken başlıklı öyküye selam çakıyorum, sıcak kapuçinolarımızdan aldığımız yudumların ardından. O, konuya girmeden hemen önce şu cümlelerle giriş yapıyor derya denizlere:

                      Durup, dinlenip gece oluyorum,
                     sonra bir şey kalmıyor dünden...
                                    Bir tek sesler kalıyor...
Uzanıp el yordamıyla dokunduğum tenhalıkta
ansızın yeni bir ışık hüzmesi vuruyor suretime,
     belki diyerek abanıyorum taze sabahlara...


Saatlerce kalıyoruz. Birbirimizi sevdiğimiz ve anladığımız kesin. Artık veda zamanı, 30 öyküyle tek tek tokalaşıyoruz ve Küstüm Çiçeği başlıklı öyküdeki,

Ben öyle yağmurlu, çok sulak, kalabalık yerlerde açamam dedin. Seni alıp ıssız, kurak, kendi halinde bir köşeye bıraktılar. Uzaktan izledin hayatı, gözlerini kaçırdın kimi zaman da. Masallar anlattın kendi kendine, ansızın gidenlerin, gelip geçenlerin, özleme yol alan resimlerini biriktirdin. Yapayalnız kaldın, ıslanan gözyaşlarınla suladın toprağını.

cümleleri ile birlikte bu uzun yazıyı sonlandırıyorum.

Bu bir kopuş değil elbette, Maviye İz Süren artık kitaplığımın Türk yazarlar bölümünde ve çalışma masamın sağındaki kitaplıkta. Manzaramız deniz, canımız ne zaman isterse karşılıklı kahve içeriz.

Ve Sevgili Bahar Uysal Karakuş, ona gözüm gibi bakacağımdan emin olabilirsin. Ve çok teşekkürler hayatıma katılan bu enfes kitap için.

Yeni kitap ne zaman?:)


*Hatay'ı merak edenler 8 yazıya blogun sağındaki, üzerinde GİDERKEN HATAY, DÖNERKEN ANTEKE yazılı fotoğrafı tıklayarak ulaşabilirler.

10 Nisan 2024 Çarşamba

Fantastik Dünyadan Dönüş

Şöyle yazmıştım, kitabı aldığımda ve henüz okumaya başlamadığımda:

Blog arkadaşımızın emeğine, anime sevgisine, bir kitap yazmasına ve onun basılmasına ve bu yoldaki çabasına hayranım. Kitabını da bir merakla aldım. Blog yazılarından hareketle üslubu konusunda bir fikrim var elbette, fakat bu tür kitaplar okumayan ben için de şahane bir deneyim olacak bu. Sevip sevmediğim konusunda acımasız bir sonuç bildirgesi yayınlayacağım elbette... Yalnız şöyle bir tehlike var, düşüncelerini ve eleştirilerini kim olursa olsun söze ve yazıya döken de biriyim!




Tereddütlüydüm. Fantastik edebiyata uzaktım. Blog yazarı arkadaşımız Duygu'nun yazılarını okuyordum, zevk de alıyordum. Sonuçta onlar bir yazıydı. Romanı çıkınca alsamla almasam arasında bir süre kaldım. Umutlu değildim, daha çok da kendimden; çünkü bu tür kitaplara uzaktım, bir deneyimim yoktu ama blog arkadaşımıza bir desteğim de olsun istiyordum.

Ve kitabı sipariş verdim.

İlk sayfalarda biraz patinaj yaptım, çok sayıda karakter vardı ve genelde ben bu tür kitaplarda başlangıçta bunları nasıl aklımda tutacağım endişeleri yaşardım,

ve bir kez daha yaşadım.

Sonra ufaktan ufaktan ve bana hiç hissettirmeden kitap beni çekip aldı dünyasına ve ayrılamaz oldum. Karakterlerle ilişkimiz kankalık düzeyine varmaya başladı. Sanki mahalle arkadaşlarımdılar ve isim isim aklıma kazınmaya başlamışlardı. Sonra bir baktım ben de kitabın içinde bir karakter olmuşum.

Bu sanırım yazarın başarısıydı, dil son derece akıcıydı, cümleler işlevsel ve yazarın üslubu kesinlikle kendine özeldi. Artık bir kitap okumuyor bizzat yaşıyordum; çünkü üslup kitaptan kopmaya olanak tanımadığı gibi kendine özel karakterleri ile beni sürekli kankalık düzeyine taşıyordu.

Ve fark ettim ki ben de artık tüm günü onlarla yaşarken aynı zamanda tartışma ve çatışma alanlarındaydım da. Yazarın yarattığı muhteşem ve fantastik bir başka dünyada onlarla birlikte, aynı koşullar altında yaşıyor, onlarla benzer duyguları da hissediyordum.

Ahh o ikili arasındaki ince aşk; o kadar tatlı ve bir o kadar da istemem yan cebime koy tadındaydı ki!

Bir büyüsü olduğu kesin romanı her açtığımda ve okumaya başladığımda, kısa sürede kelimeler sayfalardan yok oluyor, ben güçlü tasvirlerin içinde yoğruluyor, bir başka dünyada, yazar tarafından yaratılmış bir ortamda, kahramanlarla aynı koşullar altında yaşıyor, ancak kitabı kapattığım ve ara verdiğim anlarda gerçek dünyama dönüyordum.

İnanılmaz bir keyifti. Karakterler çok özeldi ve yazar bir nakış gibi işliyordu her bölümde öyküsünü. Sonra kitaba ara verip de arka kapağını her kapattığımda bir rüya zihnimde pırıl pırıl akıyordu, ve ben o andan itibaren kitap karakteri dostlarımı özlemeye başlıyordum.

Muhtemelen bundan sonra özledikçe kendilerini, dünyalarına dönüp, bölümlerden birini rastgele açıp, hasret gidereceğim kendileriyle...

Ve yazarın bir sonraki kitabını da,

sabırsızlıkla bekleyeceğim sanki!

7 Nisan 2024 Pazar

Yardan Geçilir Üzümlü Pastadan Geçilmez

Çok sevdiğim bir blogdaşım var, sizlerden iyi olmasın. Pek çoğunuz da takipçisisiniz sevgili dostlar. Üzümlü pastayı pek seviyor kendisi. Geçenlerde küçük hallilerine rastgelmiştim enn sevdiğim kitap okuma noktalarımdan birinde. Elbette hemen fotoğrafını çekmiştim. Hatta adres istemiştim kargo için. Çok zarif dostsa zahmet vermek istememişti.


Kader işte; sürekli üzümlü pastalar çıkarıyor önüme. Bu kez yine, böreklerini sevdiğim bir mekânda, anne kurabiyeleri...


Ama nasıl bir keyif,

enfes bir fincan çay eşliğinde.


4 Nisan 2024 Perşembe

İki İnatçı Keçi - Bölüm 2


Sen Aşıksın Arkadaş


Kime göre neye göre bilinmez ama +18 ifadeler içeriyor olabilir!



Sahnede Sezen Aksu vardır, masadaki gençlerle iletişim Sezen için de hoştur. Salonun yaş ortalaması yüksektir ve sanırım bu gençlerle iletişmek bir nefestir. Derken bir an gelir, ülkenin farklı bir deniz şehrinden genç kadın konser salonunun dışına çıkmak ister. Doğal olarak genç adam ona eşlik eder. Duygusal bir kırılma olduğunun farkındadır. Muhtemel ki kendi arkadaş grubu ile şu an masadakiler arasındaki farkı görmüş ya da bilemeyeceğimiz bir nedenle bu akşamdan ayrılmak istemiştir. Belki de aşıktır ve masadaki nişanlı çifte imrenmiştir!

Elbette bu hoş bir durum değildir; ikna etmeye çalışsa da deniz şehrinden genç adam, başarılı olamaz. Süreç devam ederken farklı deniz şehrinden genç kadın genç adama sıklıkla sarılsa, onu tatlı tatlı öpse de içinde bulunulan an anlaşılır gibi değildir.

Geceye kalındığı yerden devam edilme olanağı kalmadığından, genç adam içeri dönüp arkadaşlarına durumu izah eder ve salondan ayrılır. Durum gecenin erkekleri tarafından tebessümle karşılanmış olsa da hoş değildir, saygısızlık içermektedir ama elbette genç adamın arkadaşları nitelikleri itibariyle durumu kavrayıp, bunu anlayışla karşılayacak, hatta sevimli bulacak olgunluğa da sahiptir.

Araba fuar alanının dışındadır. Ve mesafe yakındır. Deniz şehrinden genç adamın kafası karışmıştır. Kendisine sarılmış bedenin o anki duygularını anlamaya çalışmaktadır. Üç harflinin yanına gelinir. Farklı deniz şehrinden kadın arabayı kendisi kullanmak istemektedir. Deniz şehrinden genç adam da arabayla ilgili bir kural koymuştur; çünkü o taze ölmüş baba yadigârıdır ve biri yaşı nedeniyle henüz ehliyetsiz olan erkek ve kız kardeş dışında kimseye kullandırılmamaktadır.

Başka deniz şehrinden genç kadın kullanım olanağının mümkün olmadığını öğrenince yürümeye başlar. Genç adamsa arabayla onu takip etmektedir. Bu karanlık yol kalabalıktır ve ileride bir şarhoşlar grubu vardır. Her ne kadar içlerindeki şehrin popüler insanlarından birkaçını tanıyor olsa da yürüyenler cinsel tercihleri farklı insanlardır ve alkolün şişede durduğu gibi olmadığı da malumdur. Direksiyona O'nun geçmesine zorunlu olarak izin verir. Ana caddeye çıkıp da o yılların efsaneleri Turban Otel'in önüne gelene kadar hiç müdahale etmez. Oraya vardıklarında ve yolun sağında olan arabanın kontağını kapatır ve anahtarları alır.

Şimdi arabanın bagaj kısmındadırlar, genç kadın bagaj kapağının üzerine oturmuştur ve ikna eylemleri pek hoştur. Genç adam bu tür hallerle ikna edilebilecek kadar saf değildir ama genç kadını da anlamaktadır. Mesele araba da değildir. Aslında manzara da hoştur. İki inatçı keçi bir yandan öpüşüyorlar bir yandan da pek tatlı ikna eylemleri devam ediyordur. Artık fazlası ile dikkat çeker bir durum oluşmuştur ve o günün koşullarından ve ahlak anlayışından bakarsak çok sevimli olan sürecin diğer insanların gözlerinde nasıl bir mana içerdiğini ve nasıl dedikodu malzemesi olacağını anlamak da pek zor değildir.

Genç kadın yürümeye başlar, genç adam arabayı uygunca park eder ki otel personeli ve bar efradı tanımaktadırlar genç adamı.

İki keçi artık yürüyorlardır. Genç kadının oturduğu evi baz alırsak işleri zordur, üstelik ciddi bir yokuşu da tırmanacaklardır ve alkol vaziyetleri de yabana atılacak gibi değildir.

Elbette arada mola veriyor, o aralarda sanki hiçbir şey yokmuş gibi sarmaş dolaş oluyor, genç kadın bazen yüksek bir duvarın üzerine oturuyor, genç adamın boynuna sarılıp onu kendine çekiyordur.

Bir çiçekçinin önüne varmışlardır. Genç adam durumu ve beklentiyi çakmıştır ama bir harekette bulunmaz. Genç kadın istediği çiçeği işaret eder. Çiçekçiyi durumdan kaynaklı olarak bir gülme alır ve bu genç hali çok da sevimli bulur. Genç adam ödemeyi yapar. Bulundukları yolu doğru devam ettiklerinde genç kadının evine varacaklardır ki olağanüstü bir manzarası vardır lakin şu an için durum gergin gibi gözükmektedir. Tatlı yokuşu inerler ama önlerinde bayağı dik bir yokuş daha vardır. Genç kadın pes eder ve onun talebi üzerine bir taksiye binerler.

Artık apartmanın kapısının önündedirler ve iki genç de çok şıktır.

Kapıdan içeri süzülürler. Bir veda anıdır. Genç erkek hiç bir temas eylemi yapmadan iyi geceler dileyecektir; çünkü az önce genç kadın tarafından süt çocuğu ifadeleri eşliğinde bayağı cimdiklenmiştir.

Genç adam iyi geceler diler ve kapıdan dışarı çıkar, apartmandan bir ses yankılanır, ses onu çağırmaktadır. Gece kalamayacaktır, ne olursa olsun şehir dışında olan ve artık babasız eve gitmek zorundadır ki bunu her seferinde ifade etmiştir; üstelik sıkıyönetim nedeniyle bir kontrol noktasından da geçmek durumundadır. Sese döner ve hızla apartmandan içeri girer. Olağanüstü bir kucaklaşma ânıdır yaşanan. Asansöre varırlar ve başka deniz şehrinden genç kadının dairesindedirler. Koskoca bir deniz, şehrin enfes gece ışıkları; Titanic sarılması ile bir süre, her saniyesi temaslı bir şekilde balkondan muhteşem manzaranın keyfini çıkarırlar...

Sabaha henüz varamadan gece, bir öpücük uyandırır genç adamı.

Önce bir taksiye biner ve Turban'ın önünde iner. Arabayı alır, yüzünde tüm olan bitenlere dair enfes bir gülümseme vardır.

Evlerine doğru yola çıkar.



Siyaset Analizcisi

Seçim kampanyalarının çoştuğu Ocak ayı sonlarındaki Amasya'ya kaçışım esnasında şehri turlarken, iktidar partisinin binasının önünden geçmiş ve bunu şu cümlelerle anlatmıştım:

İktidar partisinin önünden geçiyorum. Müzik gümbür gümbür fakat katılımcı sayısı az. Bir kaç firmanın otobüsleri şehirde tur atıyorlar, korna çalıyorlar ama sanki tüm bunlar geniş kitlelerin umurunda değil.

 Öngörüm doğru çıkıyor ve seçimi orada da CHP adayı kazanıyor.

26 Mart 2024 Salı

Maviye İz Süren Şifacının Kalbi


Çabalarını, dolayısı ile tırmandıkları noktayı fazlası ile takdir ettiğim iki blogger. Anime benim merakım değildi ama Duygu'nun yazıları, çizgiye tutkusu takdire şayandı. Önce kıyısından bulaştım animeli mevzulara, sanılmasın ki sabah akşam anime izliyorum. Hiç de izlemiyordum. Fakat blog arkadaşımızın emeğine, anime sevgisine, bir kitap yazmasına ve onun basılmasına ve bu yoldaki çabasına hayranım. Kitabını da bir merakla aldım. Blog yazılarından hareketle üslubu konusunda bir fikrim var elbette, fakat bu tür kitaplar okumayan ben için de şahane bir deneyim olacak bu. Sevip sevmediğim konusunda acımasız bir sonuç bildirgesi yayınlayacağım elbette... Yalnız şöyle bir tehlike var, düşüncelerini ve eleştirilerini kim olursa olsun söze ve yazıya döken de biriyim!:)


Bahar ise şu anlamda daha avantajlı, yazdıkları öykü ve tahminimce gündelik hayatın içinden; bana uzak olmayan bir alan. Yabancım değil konular. Üslubu konusunda içgüdülerimden kaynaklı bir fikrim de var. İki kitabın da kapaklarını çevirmiş değilim. Tümüyle hislerimin bir yansıması yazdıklarım ve asla bir yarış da değil bu. Sade bir okurun ilgisini çeken ve severek okuduğu iki blog yazarının kitaplarını alıp okumak istemesinin ardındaki temiz, saf duygular bunlar. Süreçte benim açımdan çok hoş bir tesadüf de oldu. Kitapları Amazon üzerinden sipariş vermiştim. Duygu'nun kitabı direk İstanbul'dan gelmişken Bahar'ın kitabı enn sevdiğim kadında ve bendeki yeri çok ama çok özel olan Hatay'dan.


Son olarak: Kitapları ne hızda okuyabileceğimi şimdilik bilmiyorum. Severek okuyacağımdansa eminim. Blog yazarı arkadaşlarımızın kitap yazıyor olmaları ve onların basılıp vitrine çıkması zaten başlıbaşına bir mutluluk benim için ve bunun bir yarış olmadığının da altını bir kez daha çizmek isterim. Bir okur olarak kitaplardan ve mevzulardan nasıl bir tat aldığımı içtenlikle yazacağım. Ve bu sürecin benim açımdan çok keyifli geçeceğinden de eminim.

24 Mart 2024 Pazar

Aklımın Gitmeleri

Geçmiş Zaman Olur Ki

16 Ekim 2008'den



Öğleden sonra bisiklete binip alışveriş merkezinde klark çekim bir sevgilim neyim olur hayalleri kuran ben sahilde esen rüzgârın ve "usul usul yağacağım bak, ayağını denk al,'' diyen yağmurun yüzünden denize düşüp yılana sarıldım. Bisikletimin yönünü rüzgârın tersine, arkadaşlarımın dükkânına doğru çevirdim.

Arkamdan esen rüzgârın şişirdiği yelkenlerle, fazla da güç harcamadan, hayallerimi yanıma alıp tek kulağımda müzik, öteki kulağımda kulağıma küpe ettiklerim, yok yok denizin sesi; düşlerimle sohbetler ede ede oraya doğru pedal bastım.

İki neskafe bir sodalı sohbetlerin yanına ufak tefek kayıntılar yakıştırdık en lezzetlisinden.

Sonra, hava kararmaya yüz tutarken, zaten giyinip kuşanıp "makyajımı" yaparak çıktığım için evden; oğlanın yazın burada bıraktığı parfümünden birazcık havaya sıkıp, havada yakalayıp parfümü; kulaklarımın arkasına, boynuma, enseme sürmüştüm. Neye yarayacaksa! Clark atacak adama bu snob tavır yakışır diye ama!

Yoksa menim özüm sadedir.

Ve çok sevdiğim bir balıkçıda, camın kenarından eski binalı sokağa bakan masaya oturdum. İçinde beyaz peynir, kaşar peyniri, tulum peyniri olan bir tabak; sonra bir patlıcan salatası - şöyle şakşukaya da yakın bir karışımlı ama!- Sonra, közlenmiş bütün bütün kırmızı biberlerin bol sarmısaklı süzme yoğurtla karıştırılmış hallisinden ısmarladım. Sonra, börülceye yakın incelikte ve küçüklükte fasulyelerden yapılmış bir zeytinyağlı söyledim.

Ve bol yeşillikli, bol soğanlı bir salata (süperdi), turşu kavurması, -mısır ekmeği standart zaten- ve küçük bir tepsi sebzeli somon buğulama siparişi verdim.

Vedeeee Efe'nin yeşil üzümlü rakısından...

Şahane bir kahve, yanında bir sigara ve minicik kadehte bir nane likörüyle de final yaptım.

Elbetteki tüm bunları bugün yapmadım. Yaptığım bir günden buraya taşıdım. Kafamı biraz siyasetin içine döndürdüğümde ortalıktaki karmaşaya, Çetin Altan'ın yazısının son paragrafındaki; Okullarda 'vatana layık olma' ilkesinin yerini, 'mesleğine layık olma' ilkesi alabilmiş olsaydı, cümlesine takıldım.

Düşündüm.

Başbakanın konuşması gerekirken, İçişleri Bakanı ortalıklarda zaten yokken konuşmak zorunda kalan askerlerin haklı mı haksız mı olduğuna karar veremiyor olmanın sıkıntısını yaşadım. Etik olarak doğru bulmadım. Sorumluluklarını başkalarına havale edip, olası risklerden kaçanlar yüzünden konuşana bakıp, kendimi inkâr ederek, kendimle çarpışmak zorunda kalıyor olmama üzüldüm.

Yine o klişe laf geldi aklımın başköşesine: ''Filler tepişir çimenler ezilir.''

Zaten kapalı da olan hava yüzünden içim açılsın diye önce ufak notlar halinde oraya buraya yazıp bıraktıklarımda dolaştım biraz...

Bir yukarı yazdığımda nefes aldım, bir de yağan yağmurun hayrından sanırım; uzun bir mektubun son paragrafında...

''Neyse ki bloglar var'' dedim ve kendimi oralardaki duyguların kucağına teslim ettim.

Elimde kahve kokusu Efsa'ya bakıyorum; minik kızının minik sorununa çözüm önerirken yüzümde tebessümler açıyor. Sonra Vili'nin ''Son'' adlı şiirini blogrollda görünce içim cız ediyor. Bunun bir veda olduğunu hissediyorum. Bugünü Yaşama Arzu-su'nun yazısı Paradoks üzerine, kendimden bakarak düşünüyorum; tebessümler ederek.

Sonra yazılarını okuyup, düşünüp, kelimeleriyle oynaştığım Beenmaya'nın ellerinde ısıtıyorum ellerimi.

Ve bu günden en büyük sevincim şu olacaktır: Efsa'dan gelen mesajdaki "Sorun çözüldü tamamdır." cümlesi... İnşallah yarabbim!

Onun güzel kızının yüzündeki tebessüm, benim tebessümüm olacak...

Bu ne değerlidir, bilir misiniz?



19 Mart 2024 Salı

Enfes Browni Ve Üzümlü Pastalar

Uzun bir sola gidişin ve sahilden hiç ayrılmayışın ardından büfeye varıyorum. Lakin yürüyüşteki insanların aksine büfe ıssız. Bebeliğini bildiğim Bekir yok, iki lafın belini kırmak eksik. O halde geri dönmeden, martıların oynaklığını hem izleyerek hem de ritm kaçırmayarak yola devam. Kısmen havanın kararmasına oyalanıyorum. Bir ân en sevdiğim kitap okuma mekânımda görüyorum kendimi.

Ve bir yandan miss gibi denizi çekerken hücrelerime, bir yandan gözümden geçenler arasından seçimlerimi netleştiriyorum.

Artık geri dönebilirim.

Zaman ayarım muhteşem. Ân itibariyle kadim çamlara varmadan sağa kıvrılsam eve ulaşacağım. Devam edersem de hedefe vardığımda top atılmış olacak. Oruç tutmuyor olsam da hem Ramazan'a hem de oruç tutanlara saygım sonsuz ve daha ötesi bu geleneğin tadını -kalabalık bir ailede- doya doya çıkarmış biri olarak, varlığı ve tadı asla eksilmesin diyenlerdenim.


Ağır aksak adımlara bir süre daha devam. Ezan başladı. Kafam karışık. Bir ân uğrak mekânlarımdan biri ki muhteşem tavuk suyu çorba yapar, fikrimi şöyle bir sarsıyor. Hımmm bol karabiber eklemek, içine limon sıkmak, sıcacık ve minicik tırnak pide eşliğinde onu götürmek. Belki ardına da içine yeşillikler sararak enfes lahmacunlarından bir tane eklemek?! İkilem lahmacun çorba tarafındayken adımlarımsa çok kararlı... ve Afiyet'deyiz, bir kez daha.

"Bir browni lütfen."

"İki de üzümlü pastalardan."

"Ve bir de çay lütfen."



Üzümlü pastalar her ne kadar hayali kurulanlardan değilse de sonuçta üzümlü pasta. Fakat browni muhteşemmm. Daha iyisini yaparım diyen bir pastane varsa beri gelsin. Afiyet'i seviyorum çünkü büyük iddiaları olan bir mekân değil. Ona yolumun üzerindeki ve etrafımızdaki pek çok yeri ekerek geliyorum. Müşteri kitlesini çok seviyorum. Her ne kadar hoca olmadığımı beyan etmiş olsam da çalışanların hocam diye hitap etmelerine de alıştım sanki. Sahipleri ile siyasal fikirlerimizin uyuşması mümkün değil ki onlar işi genellikle elemanlara bırakıyorlar ve nadir karşılaşıyoruz. Ama karşılıklı sevgi ve saygı çok sevimli.

Az önce İngilizce dersi alan, bir sınava hazırlanan çok tatlı genç kız ve öğretmeni de geldiler. Bulunduğum masayı teklif ediyorum çünkü önceki gelişimde onlar dersi bulunduğum masada işlemişlerdi. Tüm ısrarlarıma rağmen komşu masama geçiyorlar. Siyahi gençlerimiz yine aynı masalarındalar. Kitabım çoookkkkk keyifli, komik ve şahane. Muhtemelen bu kitabı da enn sevdiğim kadın aldı bana diye düşünüyorum. Üzerinden dört yıl geçmiş. Soracağım.

Soruyorum o da hatırlamıyor. O kadar kitap alıyor ki bana, lütfen demiştim, senin kadar hızlı okuyamıyorum ve kalıyorlar, bu kadar sıklıkla alma.

Neler neler yok ki...

O'nu o kadar çok seviyorum ki....


Şu an bile şöyle bir durdum.

Yüzümde enfes bir gülümseme,

O'nu düşünüyorum.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP